22 Şubat 2015 Pazar

ERKEK EGEMEN KADIN: BERNARDA ALBA

Kadına şiddetin arttığı ve bunun sorumlusunun kim olduğunun tartışıldığı hatta bu tartışmalarda suçu kadınlarda bulanların azımsanamayacak derecede fazla olduğu bu günlerde; ataerkil düzene, kadına şiddete,
toplumsal ve dini baskılara adeta bir gönderme olarak yazılmış Bernarda Alba’nın Evi (La Casa de Bernarda Alba) oyununu izleme fırsatı buldum. Oyun, Bernarda Alba’nın evin tek erkeği olan eşinin cenazesinden beş kızıyla birlikte dönmesiyle başlıyor ve Bernarda’nın evin namusunu korumak için kızları ile arasında geçen olayları; Bernarda’nın annesi ve hizmetçilerle birlikte evdeki sekiz kadının Bernarda’nın despot kararlarına karşı tutumunu konu alıyor.
Oyunun konusu 1930’ların Endülüs’ünde geçmektedir. Kızlarını şimdiye kadar hiç erkek eli değmeden yetiştirmiş, baskıcı bir anne olan Bernarda (Mehtap Öztepe), kocasının ölümünden sonra evin tüm pencereleri ve kapıları adeta tuğlayla örülmüş şekilde evde yas tutulmasını emreder, fakat şimdiye kadar duyguları anneleri tarafından bastırılmış kızlar bir kapı arasından görebildikleri Pepe El Romano’ya karşı duygularını daha fazla gizleyemezler. Köyün gençlerini hiçbir kızına layık görmeyen Bernarda, köyün genç ve yakışıklısı olan Pepe’nin, Bernarda’nın ilk eşinden olan otuz dokuz yaşındaki en büyük kızı Angustias’ı ister ve nişanlanırlar. Ancak Pepe, Angustias’ı (Aysel Çakar Kara) yalnızca babasından kalan mal varlığından dolayı istemektedir ve aslında Bernarda’nın en küçük kızı olan Adela (İpek Atagün Gezener) ile aşk yaşamaktadır. Yalnızca Angustias ve Adela değil; Bernarda’nın hastalıklı ve kambur olan kızı Martirio’ya (Miraç Eronat Erbil) da Pepe’ye aşıktır ve bu aşk, Pepe’nin kendisinin sevmeyeceğini bildiğinden Pepe’nin
diğer kardeşleriyle de olmasına engel olmaya çabalamasına dönüşür. Bernarda, ataerkil değerlerin, toplumsal ve dini baskıların bir yansımasıdır ve bu yansımanın bir kadın olması da oyunu ilginç kılan bir diğer detay olmuştur. Çoğunlukla erkeklerin koyduğu kuralların, bir kadın tarafından sorgusuzca savunulup ve uygulanması aslında günümüz dünyasındaki kadın şiddetinin çözülmemesinin en temel sebeplerinden biridir. Günümüzün bazı annelerinin dahi kadınların haklarını ve isteklerini yok sayan ataerkil düzenin savunucusu olarak yetiştirdikleri bireyler, bugün de kadına şiddet gösteren çarpık düzenin muhafazakârlığını üstleniyor. Yalnızca erkeklerin değil, kadınların da bu düzeni koruması, ne yazık ki şiddeti meşru, kadını haksız gösteriyor. Bu düzene karşı çıkan, baskının ve otoritenin simgesi Bernarda’nın karşısına dikilebilecek kişi ise “Ben gücümün yettiğini, canımın çektiğini yaparım.” diyen evin en küçük kızı Adela’dır. Toplumun ve dinin tüm normlarını karşısına alıp Pepe’yle birlikte olmuştur. Her ne kadar Adela’nın içindeki küçük kız, zaman zaman bu baskıdan ve şiddetten korksa da Adela, aşkı için ölmeyi göze alabilecek cesareti de kendinde bulmaktadır. Aslında despotizmin ve baskının istekleri daha da kuvvetlendirdiğinin farkında olmayan Bernarda, vefat eden kocasının genç hizmetçiye tecavüz etmesini de engelleyememiş, hatta bunu hayatı boyunca fark edememiştir. Oyunun akışı, rejisör Ayşe Emel Mesci tarafından biraz değiştirilmiş ve
oyunun içinde 1936’da İspanya İç Savaşı’nın başlarında İspanyol milliyetçisi Franco’nun adamları tarafından kurşuna dizilerek öldürülen Bernarda Alba’nın Evi oyununun yazarı Federico García Lorca’nın “Atlı” şiirini okurken vuruluş sahnesi de oyunun içinde sahnelenmiştir. Tıpkı kendi yarattığı Adela karakteri gibi Lorca da despotizmin kurbanı olmuştur.  Oyuncuların hepsinin yüzünden evin kasveti hissedilebiliyordu. Özellikle Mehtap Öztepe, Sükun Işıtan, Serpil Gül, Aysel Çakar Kara, Miraç Eronat Erbil ve İpek Atagün Gezener’in hakkını ayrıca teslim etmek gerektiğine inanıyorum. Oyun sırasında akıtılan göz
yaşı veya dolmuş gözlerle yapılan konuşmalar beni hep daha fazla etkilemiştir. İrfan Şahinbaş Sahnesi’nin de sayesinde oyunu adeta evin içindeki görünmez biriymişim gibi her anı hissederek izledim. Bernarda ve kızları yanımdaki kapıdan eve girdi, Adela hemen önümde duran suda yüzünü yıkadı. Sahnenin sağladığı fayda gibi, bu sahnenin iyi kullanılması da oyun ekibinin bir başarısıdır. Müziklerin canlı olması oyun için her zaman bir avantajdır, bir de bu şarkılar İspanyol ezgileri içerince zaman zaman Flamenko danslarıyla oyun tadından yenmez bir hâl aldı.
Frederico García Lorca döneminin sorunlarını, “Başkaları ne der?” cümlesiyle vücut bulmuş toplum baskısını, kilisenin bir ev üzerinde görünmeyen fakat fazlasıyla hissedilen otoritesini, ataerkil düzeni, bastırılan kadınları bir manastırı andıran ev tablosu olarak çizmiş. İronik olanı ise bu baskıyı uygulayanın da bir kadın olmasıdır. Bu sorunlar günümüz de aşılabilmiş değil. Evin hizmetçisi La Ponzia’nın dediği gibi “Burada çok ciddi şeyler olmakta.” ve biz bu olanlara tıpkı Bernarda Alba’nın Evi’nde olduğu gibi sessiz kalıyoruz, bu düzeni devam ettiriyoruz.

KAYNAKÇA
Lorca, Frederico García. Bernarda Alba’nın Evi. Çev. Turan Oflazoğlu. Rejisör: Ayşe Emel Mesci. Başrol: Mehtap Öztepe, Sükun Işıtan, Serpil Gül, Aysel Çakar Kara, Miraç Eronat Erbil ve İpek Atagün Gezener. Ankara: İrfan Şahinbaş Sahnesi. (21 Şubat 2015).

24 Mart 2014 Pazartesi

Immigration Benefits: Turkey to Germany

After World War II, some European countries such as The German Federal Republic, lost a lot of men and it caused an economic crises. In order to overcome the negative consequences of the war, these countries which lost their economic power signed agreements with some countries which had high
unemployment rates such as Turkey, Greece, Spain. These agreements were aimed to improve both countries' economies. According to these agreements, uskilled and aunemployed people emigrated to countries which needed labors. Such an agreement was signed by the Turkish government and the West-German government in 1961. Turkey provided temporary unskilled labor provided for Germany because Turkey had many citizens who were unskilled and Turkey needed skilled people. The immigrants were called "guest workers". However, most of emigrants did not return to Turkey and it led to some problems such as some workers loss in Turkey. Although it had drawbacks, benefits outweighed drawbacks for Turkey. Thanks to migration, remittance caused foreign currency come into Turkey. Unemployment rates dropped. Another advantage was that Turkish migrant workers obtained new skills returned to Turkey.

Remittance improved Turkish economy. Remittance means that labors  who worked in foreign countries sent money to their family. Many Turkish workers in Germany earned money and saved it. Then, they began to send this money
which they do not need to their family. It was beneficial for Turkey because German money currency, Deutsche Mark, was more valuable than the Turkish Lira. It caused growing Turkish economy because after these families fulfilled their needs, they began to invest money or someone founded company. It was important for Turkish economy because both World War II and Korean War have an impact on Turkish economy. To clarify, wars triggered World Economic Crises and due to the adverse weather conditions in Turkey, resources' value increased and government could not support private sector. Foreign currency was invaluable for Turkish economy in these desperate conditions.

After this agreement which was between Turkey and Germany, unemployment rates dropped in Turkey. To begin with, most of people being unskilled and unemployed emigrated to another country. Secondly, after many people began
to emigrate, a new private sector was born such as "migration agency" in Turkey. This sector aimed to help people who wanted to emigrate to Germany. It was provided employment for people who lived in Turkey. Thirdly, after many immigrants saved money, they began to turn to Turkey and they invested money for business such as industrial area in Turkey. It played significant role in Turkey economy because Turkey was an agricultural country but after these investments, industry developed in Turkey and it also provided employment for Turkish citizens. That is to say, all were beneficial to decrease unemployment rates.

Since skilled people turned to Turkey from Germany, it was beneficial for production technologies and quality of products. They came back and founded
some companies. It caused competitive business life because company number increased. Each company tried to improve their production technologies. It means that quality of products came into prominence. Also, qualified employees gave education to unskilled labors. Turkey was able to train their own qualified staff. The point to be emphasized is that immigrants who turned to Turkey had vital importance to develop production technologies and quality of products.

Consequently, this temporary migration played crucial role for Turkish
economy and development. Remittance provided foreign currency and it was important at the economic crisis. Unemployment rates decreased and production technolies developed technologies developed in Turkey. In my opinion, migration is still important for countries because it provides improving international relations and sharing knowledge about technologies. Also, it contributes economic development.

İbrahim Murat

Source
Kirisci, Kemal. Turkey: A Transformation from Emigration to Immigration. 2003.

http://www.migrationpolicy.org/article/turkey-transformation-emigration-immigration

9 Aralık 2013 Pazartesi

Ticaret Prensibi "Ne Koparsak Kârdır" Olan Şirket: Hitit Ayaş Termal Sağlık Merkezi

İnternette araştırdığınızda tesisin kendi sitesinden hemen sonra şikayet sitesi, ardından da mağdurların toplandığı bir facebook grubunu göreceksiniz. Elbette bunun bir sebebi olmalı: şirketin kâr kaygısının müşteri memnuniyetinden önce gelmesi. Ben de mağdur olmaktan nasıl kurtulduğumu anlatmak istiyorum, bu dertten kurtulmayı düşünenler için bir emsal teşkil etmesi için.

Öncelikle annem ve arkadaşları tesisi ziyaret etmişler, annemse hem aracıların güler yüzlü samimi davranışlarından dolayı hem de Mehmet Ali Doğan'ın -şirket sahibinin- konuşmasının kendinde güven oluşturmasıyla devre-mülk sözleşmesini imzalamış bulunmuş. Ödeme planı olarak da iki seçenek sunmuş aracı olan Şahin Grup, birincisi peşin (içinde kredi kartı veya banka aracılığıyla taksitlendirme de var), ikincisi ise senetle taksitli ödeme. Satışı yaparken peşin ibaresindeki parantezi açmadıkları için annem daha pahalıya mal olan senetli taksit seçeneğini seçmek zorunda kalmış. Burada eksik bilgi verilmesi sözleşmenin etik değerler gözetilmeden yapıldığının açık bir kanıtıdır. 

Ertesi gün aklımızdaki soru işaretlerini gidermek için tesisi ziyaret ettiğimizde her satış personelinin sorularımıza farklı cevaplar vermesi bizdeki soru işaretlerini arttırdı. Örneğin, ödeme yaparken tesisi kullanıp kullanamayacağımızı sorduğumuzda Doğan Grubu'nun elemanları ile aracı firmaların söylediklerinin tam tersi olması, kalacağımız tarihlerin değişiminde takınılan tutarsız tavırlar gibi. Ayrıca Doğan gruptan kendini satış temsilcisi olarak tanıtan kişi bize çok kesin bir dille cayma hakkımızın olmadığını, sözleşmede yazan 10 gün içinde cayma hakkının bizler için değil, tesisi gezip görmeyenler için olduğunu söylemesi de yeni soru işaretlerini beraberinde getirdi. 

Ayaş'taki tesiste tatmin edici cevaplar alamayınca, şirketin merkezi olan Balgat şubesine gittim ve aracı olan şirketin daireyi bize değerinden daha pahalıya sattığını söylediler ve bunun üzerine aracı şirketle görüşmeye Mithatpaşa'ya gittim ancak sorularımı soramadan "Ya siz merkeze niye gidiyorsunuz?!" tepkisiyle karşılaştım. Böylelikle zaten güvenmediğim Doğan Grubu ve aracı şirket olan Şahin Grup için güvenme isteğimi de kaybetmiş oldum.

Akşam devre-mülkü bize satan şahısla telefonda yaptığımız görüşmeler sonunda sözleşmede yazan 10 gün içindeki cayma hakkımızı ancak organizasyon bedeli olan -sözleşmede miktar belirtmiyorlar- 2000 TL'yi verdiğimiz takdirde kullanabileceğimizi söyledi.

Ertesi gün ilk iş olarak kaymakamlıktaki tüketici haklarına gittim ve beni Ankara Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğüne yönlendirdiler. Müdürlüğün tüketici hakları bölümünde -ben daha sorunu anlatmadan- sözleşme üzerinden henüz 10 gün geçmediğini fark eden memur bey, derhal notere gidip ihtarname göndermemi tavsiye etti. Sözleşmeyi tek taraflı fesh ettiğimize dair ihtarnameyi gönderdik; Müdürlüğe de, devre-mülk için şirkete ödediğimiz 150 TL'nin ve tüm senetlerin iadesini istediğimize dair bir şikayet dilekçesiyle beraber ihtarnamenin bir örneğini verdik.

Yaklaşık iki hafta sonra Hitit - Ayaş Termal Sağlık Merkezi tarafından senetlerimizin iadesi için Balgat merkeze davet edildik. Şikayetimizi geri çektiğimizi belirten bir dilekçe imzaladık ve tüm senetlerimizi aldık. En komik tarafı da senetleri bize iade eden kişinin "cayma hakkınız yok" diyen eleman olmasıydı.

Ve en güzel duygu da "Hani cayma hakkımız yoktu?" dediğimde o personelin surat ifadesini görmekti.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Babannemle Tanışın...

Sizi babannemle, o sevimli kadınla tanıştırayım. Babannem seksenine yaklaşmış sessiz, sakin, etliye sütlüye karışmadığı gibi araba kullananlara karışan birisidir. Köşe başında olan evimizin çevresinde gerçekleşen en ufak trafik sıkışıklığı onu deli eder. Küçücük bünyesiyle bağırarak "E sürmeyi bilmiyolar ki, şu şurdan gelse bu da burdan geçse böyle olmayacak" gibi yorumlarda bulunur bu gibi durumlarda. Ama sanmayın ki bir araba kullanmışlığı veya ehliyeti var, o alaylı bence.

Neyse babannemi tanıtmaya devam edeyim ben: babannem zayıf, kısmen dedikoduyu seven ve işitme sorunu nedeniyle bazen komşularımızı yüksek sesle çekiştiren birisidir. Ama yine sanmayın ki art niyetlidir, o bilgisayarla sadece ders çalışılacağını düşünecek kadar masumdur, iyi niyetlidir. Okuma yazması yoktur ama uluslararası ölçü birimlerine katkısı olmuştur. Çeşitli nesneleri parmak ucuyla, tüm parmağıyla, eliyle hatta koluyla tasvir edebilmektedir. O sırada cümlesi değişmez tabi ki, "Hah bu kadar!"...

Babannemin ilgi alanları şunlar şunlardır diyemem. Her şeyle ilgilenir, her konuda bir yorumu vardır, maç izliyorsa fauller onun için golden değerlidir, heyecanlanır her seferinde. O top oynayan adam düşmeyegörsün, abuu der gözlerini kapatır filan. Filmlerin şiddet içeren sahneleri onun için korku değil, komedi kategorisindedir. Tabi favori programları belgesellerdir. Şaşırır, güler, üzülür, ailedeki herkesten çok keyif alır.

Müzik konusunda da kayda değer yorumları vardır. Misal ben gitar alırken babanneme danışmadığım için binpişman oldum. Böyle kasası bu kadar büyük olmayıp sapı daha uzun olanları varmış bu gitarların (bu arada bahsettiği çalgı bağlama oluyor) onlardan niye almadım diye veryansın etti geçen bana. "Bi güzel sesi oluyo ki onların" diye de ekledi. Terbiyesiz beni.

Evlilik programına katılcam diye bana sataşıp tarafımdan "Bacaklarını kırarım senin!" tehdidini alsa da yarım yüzyıldan fazla süre hayatını paylaştığı insanı, dedemi ise hiç aklından çıkaramaz. Zaman zaman gözleri dolar, yaş süzülür yanaklarından, o üzülür, biz üzülürüz.

Ben babannemi sizlerle tanıştırdığıma memnun oldum.

26 Şubat 2012 Pazar

Bi Garipsiniz...

Bi garipsiniz... Hoşgörüsüzsünüz, doğruyla yanlışı, sapla samanı ayıramıyorsunuz. Evet siz! "Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz" dövizi taşıyanlar. Anlıyorum sözünüzün Ermenilere olduğu kadar "Hepimiz Ermeniyiz" diyenlere de olduğunu. Ayıramıyorsunuz masumla suçluyu. Size göre bir Ermeninin yaptığından bütün Ermeniler mesul. Çünkü siz ona insan olarak bakmıyorsunuz, Ermeni olarak bakıyorsunuz. Yalnız da değilsiniz, o dövizinizin altında bazı devlet adamlarımız "Türkün Türkten başka dostu yoktur" diye demeç veriyor. Evet onu indirtip insanları sükunete davet edecekken yapıyor bunu.
Peki siz hiç mi düşünmüyorsunuz "Ben n'apıyorum?" diye. Demiyor musunuz "Ben buraya Hocalı Katliamını anmak için, sorumlularını kınamak için geldim" diye?..

Neden karşı çıkıyorsunuz öldürülen bir yazara sahip çıkan kimlikleri geride bırakabilmiş bir topluma, nasıl kin besliyorsunuz ki o kininizi küfürlerle atmaya çalışıyorsunuz?

Bi garipsiniz gerçekten... Neye göre yapıyorsunuz ayrımı, kafatasınızın arkasındaki kemiğe göre mi? Ermeninin acısına Azerinin acısına üzüldüğünüz gibi üzülemiyor musunuz insan olduğu için? Bu kadar kaybetmiş olamazsınız insani değerlerinizi.

Aranızda şunu diyenler olacaktır: "Onlar da şunu yaptı  müstahak!" diye ve ekleyecektir nefret söylemlerini. Ama o Ermenilerin içinde de "Yazıktır Azerilere, göz göre göre öldürüyorsunuz, yapmayın, etmeyin!" diyen en az bir kişi vardır elbet. En azından o tek kişi için bile bütün Ermenilere kin beslemekten vazgeçebilirsiniz.